Çöpten altın çıkacak
Ağustos 2010
Atık yönetimi, Türkiye’nin AB ile açtığı çevre faslı kapsamında öngördüğü yatırımlar ile krizden çıkışın atık sektörü ve hammadde fiyatları üzerindeki etkisi, bu alandaki fırsatların zeminini oluşturuyor.
Türkiye atıklar konusunda önemli bir virajı almak üzere. Avrupa Birliği ile Aralık 2009’da açılan çevre faslı ile bağlantılı olarak atık yönetimi tarafında 2023 yılına kadar yapılması öngörülen 59 milyar euroluk yatırım, bu alanda aslında 2007’de hazırlanmış olan planın daha sıcak bir biçimde gündeme gelmesine ve altyapı sağlayan şirketler için önemli bir pazara işaret ediyor. Bu program kapsamında, 2023’e kadar katı atıklar tarafı ve atık su arıtma ile ilgili ülke çapında çok önemli projelerin tamamlanması gerekiyor.
Ancak gelecek ile ilgili vaatlerde bulunan sadece ekipman ve altyapı tarafı değil; aynı zamanda ortaya karlı ve gecikmiş bir iş fırsatının da kapılarını açıyor olacak. 2007’deki programın ardından 2008 ve 2009’da atık yönetimi alanında gerçekleşmesi beklenenler, Türkiye’de ve dünyada ekonomik göstergelerin çok da iyi olmamasına bağlı olarak sınırlı kaldı. 2010’da göstergelerin yukarı gitmesi beklentisinin realize olmaya başlaması, hem Türkiye’de hem de dünyada sektörün ayağa kalkmasına ivme sağlayacak bir gelişmeye işaret ediyor.
Üçüncü olarak da piyasa koşulları atık yönetiminin önündeki fırsata ışık tutuyor. Piyasaların daraldığı 2008-2009 döneminde uluslararası piyasalarda taban yapmış olan birincil hammadde ile geri dönüşüm ile elde edilen hammadde arasındaki fiyat farkları çok düşmüştü. Şimdi üretim kapasitelerinin bütün dünyada artamaya başlaması ile birlikte, özellikle metal grubunda olmak üzere yeniden uluslararası piyasada hammadde fiyatları eski seviyelerine yaklaştı. Beklenti oluşan bu seviyenin de aşılacak olması. Dolayısıyla, geri dönüşüm ve geri kazanım yoluyla elde edilecek hammaddeye de bir dönüş oranı da yükselecek. Bu da atık yönetimi pazarının daha fazla genişleyeceğini gösteren bir işaret oluşturuyor.
İstanbul Uluslararası Çevre Teknolojileri ve Atık Yönetimi Fuarı’nı (REW) bu sene altıncı kez düzenlediklerini söyleyen İstanbul Fuar Hizmetleri (IFO) Genel Müdür Yardımcısı Zekeriya Aytemur, “Geldiğimiz noktada, 2010 bu üç faktörle bağlantılı olarak çok ciddi bir sıçrama yılı oldu” diyor.
Bunun en önemli nedenlerinden biri, hammadde fiyatları tarafında piyasalar yeniden yükselişe geçerken Türkiye’de piyasada yer alan aktörlerin toplam hacminin, bütün bu büyüklüğü kaldıracak hacmin altında kalması. Bunun iki önemli gelişmeyi sürüklemesi aşikâr: yurtdışındaki firmaların gelip burada taahhüt işlerine girmesi ve yeni yatırımcıların pazara girmesi. 2003 yılında REW’i atık yönetimi pazarının daha doğru düzgün ortada olmadığı bir dönemde erken bir proje olarak kurgulamalarının iyi yanı olarak bu pazarın bütün gelişimine şahit olmuş olan Aytemur, “Biz bu iki sürecin birlikte yürüyeceğini öngörüyoruz. Bir yanıyla yerli yatırımcı açısından fark edilecek ki oldukça da karlı yeni bir yatırım alanı açılıyor; yeni bir sektör oluşuyor. Bu yerli yatırımcıları çekecek. İkincisi bunun biraz daha erken farkına varmış olan yurtdışı, alternatif piyasaların, yeni piyasaların sahip olduğu büyüme olanaklarının farkında olarak bu konuda çok daha hareketliler” diyor.
Bu analiz, haziran ayında REW’in salonlarına da yansıdı. Bir salon tamamen yabancı firmalardan oluşurken bunun ağırlıklı kısmı Alman firmaları oldu. Almanya’dan Bavyera ve Essen eyaletleri ulusal katılımı gerçekleştirirken Almanya’nın münferit firmaları da fuarda boy gösterdi. Almanya’nın dışında Fransa ve İtalya’da fuara yoğun katılan ülkeler oldu.
Aytemur, bu gelişme üzerinde Türkiye pazarındaki hareketlenmenin yanısıra düzenledikleri diğer sektörel fuarlarda da gözlemledikleri gibi Avrupa’da yatırım yapma olanakları daralmış olmasına bağlı olarak yatırımların Avrupa’dan doğuya doğru kaymasının da etkili olduğunu söylüyor.
Nedenleri ne olursa olsun, Türkiye ile ilgili beklentiler oldukça yüksek. Atık yönetimi otomasyonu tarafında Almanya ve Avusturya’nın teknolojisini Türkiye’ye taşıyan KOAŞ’ın ortaklarından Arkın Korur, “Gerek Kyoto’nun imzalanması, gerekse Avrupa Birliği çevre faslının açılmasıyla ambalaj atıklarının otomatik olarak kaynağında ayrıştırılması önem kazanıyor. Sadece İstanbul’da günde 14 bin ton evsel atık ve ambalaj atığı çıkması ise, işin hacmini gösteriyor” diyor.
Ancak şu anda uygulanan yöntem, bu atıkların büyük bölümünün manuel olarak ayrıştırılmasına dayanıyor. Yeni dönemde gündeme gelecek konular ise, organik bazlı evsel atıkların otomatik ayrıştırılması ile atıkların değerlendirilmesi ve enerji elde edilmesi gibi daha ileri süreçleri kapsayacak.
Korur, “Distribütörlüğünü ve temsilciliğini yaptığımız Alman Titech gerek ambalaj atığı, evsel atık ve hurda metal ayrıştırmada 2.500 sistemle dünya lideri. Ancak biz her şeyi yurtdışında üretilen bir sistem yerine yan maddeleri Türkiye’de üretilen bir sisteme dayanmak istiyoruz” diyor.
Üretim tarafında Türkiye’nin rolünü artırmaya çalışan Korur, mevzuat tarafında Almanya’yı örnek gösteriyor. “Almanya’da atık yönetimi, vatandaşlara çöp vergisi ile yansıtılan bir hizmet. Türkiye’de ise, toplanan atığın toplayana bırakılmasına dayanan bir sistem geçerli. Bu gelişmeyi engelleyen önemli bir etken” diyor. Dönüşebilen Ambalaj Malzemeleri Toplayıcı ve Ayırıcıları Derneği (TÜDAM) tarafından hazırlanmakta olan ambalaj atığı yönetmeliği önerisinin, bu alanda daha kolay uygulanabilir bir sistem ortaya çıkarması bekleniyor.
Gelişmeler sadece konunun teorik olarak ele alınması ile sınırlı değil. Sadece KOAŞ’ın projeleri bile sektördeki canlılığı ortaya algılamak için yeterli.
Şimdilik elyaf ve PET Flake üreticilerinin direkt tasarruf sağlamasını sağlayacak PET ayrıştırma tarafı daha hızlı gidiyor. Titech teknolojisini kullanmaya başlayan USAŞ Elyaf’a Trakya’dan iki tesis temmuz ayında bu alanda otomasyona geçerek katılacak. İlk olarak PET geri dönüşümünde yaz ayları, dokuz üniteyle Uşak, Çorlu ve Çerkezköy’de dikkat çekici bir kapasitenin oluşturulmasına tanıklık edecek.
Ambalaj atığı geri dönüşümünde ise bu sene içinde ilk Bursa’da prototip hayata geçirilmesi planlanıyor. Korur, yönetmeliğin de geçerlilik kazanmasına paralel olarak 2010-2011’de tesis sayısının aşamalı olarak 5 ve 10’a yükselmesini bekliyor.
Atık yönetimi, sadece ambalaj ve PET ile sınırlı kalan bir iş değil. Romanya ve Hırvatistan’da yoğun olarak uygulanan buzdolabı geri dönüşümü, Türkiye’nin beyaz eşya envanterinin genişliği düşünüldüğünde, atık yönetiminin genişlemesini sağlayacak en ilgi çekici alanlardan biri olarak görülüyor.
Bugüne dönüldüğünde yaşanan önemli gelişme ise, atık su konusunun ilk defa olarak çevre konusunun önemli bir parçası kabul edilmeye başlamış olması. Aytemur, “Katı atık bertarafı ile uğraşan, ayrıştırma tesisleri kuran, bunun tekrar hacim indirgemesini sağlayan, piyasaya tekrar hammadde olarak sunan, işletmeciler ve iş sahipleri beş yıldır bu fuarın ana gövdesini oluşturuyor. Bununla birlikte bu yıl ilk defa su grubu olarak adlandırabileceğimiz, atık su bertarafı ile ilgilenen ve geri kazanım çözümleri üreten firmalar da hem uluslar arası düzeyde önemli aktörler, hem de yurtiçi pazarda önemli aktörler bu fuarda yerini almaya başladı. Bu bizim uzun süredir hevesle beklediğimiz bir gelişmeydi ve bu senenin başarılarından biri oldu” diyor.
Yapılacak yatırımın dağılımı düşünüldüğünde, bu şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. 2023’e kadar katı atık alanına yapılacağı öngörülen 24 milyar euroluk yatırımın yanında atık su tarafının 33 milyar euro yatırım alacağı beklentisi, atık suya yönelik ilgiyi açıklıyor. Türkiye’nin sanıldığı gibi su zengini bir ülke olmaması, atık suya önem verilmesini daha anlamlı hale getiriyor. Türkiye’de kişi başına yılda düşen 1.500 metreküplük kullanılabilir su miktarı, dünya ortalaması olan 7.300 metreküpün beşte birine ve 23 bin metreküple dünyanın en zengin bölgesi olan Güney Amerika’nın 15’te birine yakın.
Buna karşın Vitra ve Artema markaları ile Türkiye’nin su kullanımı ile ilgili önde gelen şirketlerinden olan Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu’nun 1980’den bu yana daha az su ile çalışan sistemler ortaya çıkarmak için yürüttüğü çalışmaların sancısız geçtiğini söylemek güç. Fiyata çok duyarlı olan Türkiye pazarında Eczacıbaşı, 1980’lerde 12 litre ile çalışan sifon sistemlerini günümüzdeki 4-2,5 litrelik sistemlere ilk taşıyan şirket olurken hem bu fiyat duyarlılığına uygun davranmak hem de daha az su tüketilmesi ile ilgili önyargılarla mücadele etmek zorunda kaldı. Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu Pazarlama Direktörü Berna Erbilek, “Biz 6 ltden 4,5 litreye inme işini Amerika pazarı sayesinde yapabildik. Amerika’da 4,5 litrelik su tüketimi onayını alan ilk firmaydık. O pazarda bu konuda ciddi hassasiyet söz konusu. Mesela California’da belediyelerin desteği var. Eğer kişiler evlerinde az su tüketimi yapan ürünler kullanmaya başlar ve bunu da faturaları ile kanıtlarsa KDV iadesi alıyor. Belediye halkı bu kadar teşvik ediyor” diyor.
Erbilek’in yeni hayali ise, 17 milyon konutun ve bunların 10 milyonunun en az bir klozetinin bulunduğu Türkiye’yi su tasarrufu ortamına taşımak. Ancak firmanın 2008’de sattığı toplam su tasarruflu ürün sayısının 204 bin olduğu düşünülürse, bunun zaman alacağı görülüyor.
Aynı derecede net görülen bir nokta da, böyle bir dönüşümün yaratacağı sonuçlar. Dört kişilik bir aile için yılda 190 ton su tasarrufu anlamına gelen bu dönüşüm bu ölçekte gerçekleştiğinde, yılda 1,9 milyar ton su tasarrufu ve 921 bin ton karbon tasarrufu anlamına geliyor.
Bilançoya açıklık kazandırmak için 1 ton temiz su üretimi için 0,34 kWh elektrik tüketildiğini ve 1kWh elektrik üretimi esnasında 0,577 kg karbondioksit salındığını da belirtmekte yarar var.
Erbilek, “Avrupa ise yeni yeni bu konularda bilinçlenmeye başladı. Ama şimdi artık Avrupa’da da bu konu son derece önemli. Avrupalı yöneticiler bu konuda sosyal sorumluluk projeleri oluşturmaya çalışıyorlar” diyor. Türkiye’nin çevre faslını AB ile açtığı düşünüldüğünde, bunun su tarafında önemli bir gelişme olduğu görülüyor.
Arıtma çamuru, yeraltı sularının bazı tehlikeli maddelerin neden olduğu kirlenmeye karşı korunması, balık yaşamının korunması ve deniz kabuklularının ortamlarının kalitesinin korunması alanlarında şu anda sıfır proje çekilmiş olması ise, su ile ilgili bütünsel bir bakışın yokluğunu ortaya koyuyor.
Diğer yanda Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun çözüm odaklı yaklaşımlara prim veren liderliği, çevre tarafında yapılması gerekenlerin başarılacağının göstergesi. Eroğlu’nun göreve gelmesinin ilk gününde bakanlığa aldırdığı Bilgi İşlem Daire Başkanı Ahmet Çivi’nin bilgi işlem projelerinin düzenli bir biçimde gerçekleştirilmesi, verilerin güncel tutulması ve bunun için kurulması gereken altyapının oluşturulması konularında yaptığı işler, 13 sene daha devam edecek çevre sürecinin yönetilmesi için de bir prototip oluşturuyor.
Bakanlık, uzun vadeli planları doğrultusunda HP’den Blade Matrix sunucu sistemini satın almış durumda. HP’de bu satışı gerçekleştiren ekibin bile, büyük bir banka ya da imalat şirketinin satın almasının doğal olmasına karşın bir bakanlığın böyle bir yatırım yapmasını beklemediklerini ifade etmelerine neden olan bir hareket…
Devlet Su İşleri’nde 23 yıl önce bir su arıtma projesi ile iş hayatına başlayan Çivi, bunları yaparken yeni sürecin çocuk oyuncağı olmadığının da farkında. Çivi, “Üniversiteden yeni çıkmış bir mühendisin hem bilişimden hem de çevre işinden anlayan biri olarak karar süreçlerine katılması için 3 ila 5 seneye gerek var” diyor. On yıldan fazla sürecek ve binlerce ayağı olacak bir projeye liderlik edecek bir yapı için çok uzun bir süre değil.